Eshab-ı Kiram ve Tabi'in Veritabanı: Sorgulama Sonuçları


Sorgulama sonucunda 103 kayıt bulundu.
Sayfalar: [<<] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 [>>]
İsim: Muâviye b. Ebî Süfyân
Malumat: Ebû Süfyân bin Harb bin Ümeyye bin Abd-i Şems bin Abd-i Menâf oğludur. Anası Hinddir. Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Babası, anası ve kardeşi Yezîd ile birlikde, Mekkenin fethinde îmâna geldi. Kendisi dahâ önce îmâna geldi ise de, babasının korkusundan belli etmemişdi. Huneyn gazâsında baba oğul, Resûlullah önünde kahramanca çarpışdılar. Resûlullahın kâtibliğini yapmakla da şereflendi. Hazret-i Ebû Bekrin Şâma gönderdiği orduda, kardeşi Yezîd ile birlikde bulundu. Yezîd, Şâm vâlîsi yapıldı. Yezîd ondokuzuncu yılda vefât edince, hazret-i Ömer, Mu'âviyeyi Şâm vâlîsi yapdı. Hazret-i Osmân, bütün Sûriyeyi bunun emrine verdi. Şâmda, yirmi sene altı ay vâlî idi. 41 de Kûfede halîfe oldu. Şâmda yirmi sene de halîfelik yapdı. Altmış 60 [m. 680] târîhinde, yetmişdokuz yaşında Şâmda vefât etdi. Çok akllı, zeki, güzel konuşur, çok sabrlı, halîm ve çok cömerd bir zât idi. Dîn-i islâmın yayılmasına ve yükselmesine çok hizmet etdi. Çok memleketler aldı. İslâm âlimleri kendisinden birçok hadîs-i şerîf almış, kitâblarına yazmışdır. Bu da, büyüklüğünü ve âlimlerin, din imâmlarının kendisine inanç ve i'timâdını göstermekdedir. Abdüllah ibni Abbâs ve Ebüdderdâ ve birçok Sahâbe ve Tâbi'în kendisinden hadîs dinlemiş ve bunları din imâmlarına bildirmişlerdir. Öleceği zemân, Fahr-i âlemin "sallallahü aleyhi ve sellem" kendisine hediyye etdiği bir gömleğe sarılıp, hazînesinde saklamış olduğu, Resûlullahın saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defn edilmesini vasiyyet etmişdi. Hazret-i Alî ile birbirlerine bed düâ etdiklerini, (Kısas-ı enbiyâ) yazıyor ise de bunu, bid'at ehlinin uydurmuş olduğu, kıymetli kitâblarda yazılıdır. (Medâricünnübüvve), 661. ci sahîfede diyor ki, imâm-ı Ahmedin (Müsned) kitâbından, imâm-ı Süyûtînin çıkardığı hadîs-i şerîfde, İrbad bin Sâriye diyor ki, Resûlullahın yanında idim. Buyurdu ki: (Yâ Rabbî, Mu'âviyeye yazı ve kitâb öğret ve onu azâbından koru!) İmâm-ı Alî "radıyallahü anh" buyurdu ki, (Mu'âviyenin halîfe olmasını istemiyorsunuz. Fekat o olmasaydı, çok kelleler bedenlerinden ayrılırdı). Emevî halîfelerinin birincisidir "radıyallahü teâlâ anh". 479 [m. 1087] de Merâkişdeki (Murâbitîn) veyâ (Mülessimîn) denilen devlet Endülüsü işgâl etdi. Avrupalılar bu devlete (Almoravides) diyorlar. 541 den 668 [m. 1269] senesine kadar (Muvahhidîn) devletinin eline geçdi. Sonra (Benî Ahmer) devletinin merkezi olan (Gırnata), 898 [m. 1492] de gayb edilmekle, Endülüsdeki islâm hâkimiyeti nihâyet buldu.
Kayıt No.: 71

İsim: Ömer b. Abdül'azîz
Malumat: Künyesi Ebû Hafsdır. Annesi hazret-i Ömer bin Hattâbın "radıyallahü anh" oğlu Âsımın kızıdır. İki sene beş ay onbeş gün halîfelik yapdı. Hicrî yüzbir senesinde Receb ayının onunda otuzdokuz yaşında iken vefât etdi. Emîr-ül mü'minîn Ömer bin Hattâb "radıyallahü anh", bir gece Medînede gezerken, seher vakti bir evin yanına vardı. Evde annesi kızına kalk süte su kat diyordu. Kız ise, bu doğru bir iş değildir. Halîfe Ömer "radıyallahü anh" bunu yasakladı. Onun habercisi bunu bildirdi, dedi. Annesi kalk, burada ne Ömer "radıyallahü anh", ne de onun habercisi yok, bizi görmüyor, dedi. Kızı, vallahi ben bu işi yapmam. Ben insanlar arasında hazret-i Ömerin emrine uyuyorum. Kimse görmezken de onun emrine muhâlefet etmem, dedi. Hazret-i Ömer "radıyallahü anh" bu konuşmaları duyduğu gecenin sabâhında, oğlu Âsıma falan eve git. Orada bir kızcağız var. Eğer birine sözlü değilse, onu kendine nikâhla. Allahü teâlâ ondan sana mubârek bir evlâd verir, dedi. Âsım gidip o kızı kendine nikâhladı. Ondan Ömer bin Abdül'azîzin annesi Ümmü Âsım doğdu. Abdül'azîz bin Mervân, Âsımın kızı Ümmü Âsımı kendine nikâhlamak istedi. Vekîline kendi halâl mâlımdan dörtyüz dinâr götür. Temiz hânedâna mensûb Âsımın kızıyla nikâhlanma k istiyorum, dedi. Sonra Âsımın kızıyla evlendi ve bu hanımından Ömer bin Abdül'azîz doğdu. Süfyân-ı Sevri şöyle demişdir: Halîfe beşdir: Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osmân, hazret-i Alî ve Ömer bin Abdül'azîz "radıyallahü anhüm ecma'în". Ribâh bin Ubeyde "rahmetullahi aleyh" şöyle anlatmışdır: Ömer bin Abdül'azîz Medîne vâlîsi iken, bir ihtiyâr kimse onun koluna girmişdi. Kendi kendime, vâlînin koluna giren bu ihtiyâr adam acabâ kimdir, diye yadırgadım. Vâlî Ömer bin Abdül'azîz nemâz kıldı ve evine gitdi. Ben de arkasından evine girdim ve Allahü teâlâ emîrimize iyilikler versin, koluna giren ihtiyâr kimdi diye sordum. Bana, ey Ribâh, sen onu gördün mü, dedi. Evet gördüm deyince, o gördüğün kardeşim Hızır "aleyhisselâm" idi. Yakı nda halîfe olacağımı ve adâletle hareket edeceğimi haber verdi, dedi. Nakl edilir ki, Ömer bin Abdül'azîz halîfe olunca, dağdaki çobanlar hangi sâlih kişi halîfe oldu, dediler. Çobanlara sâlih bir kimsenin halîfe olduğunu nereden biliyorsunuz diye, sordular. Kurtlar ve aslanlar artık koyunlarımıza dokunmuyor, uzak duruyorlar ve hiç zarar vermiyorlar, dediler. Nitekim bir kimse şöyle demişdir: Ömer bin Abdül'azîzin halîfeliği zemânında, sahrâya gitmişdim. Bakdım ki kurtlar koyunların arasında dolaşıyorlar ve koyunlara hiç zarar vermiyorlardı. Ömer bin Abdül'azîzin, vâlîlerinden birisi bir mektûb yazıp, şehrinin vîrân olduğunu, halîfe birşey tahsîs ederse, îmâr edeceğini bildirdi. Ömer bin Abdül'azîz cevâbında, şehrinin etrâfına adâletden bir sur yap, yollarını da zulmden temizle, şehrinin îmârı budur diye yazdı. Ömer bin Abdül'azîz, vefâtı yaklaşdığı sırada, beni kaldırın oturayım, dedi. Kaldırdılar ve şöyle dedi: Allahım! Ben o kimseyim ki bana emr etdin, ben kusûr etdim. Nehy etdin, âsî oldum. Lâkin, Lâ ilâhe illallah diyorum, dedi. Sonra başını yukarı kaldırdı. Dikkatlice bakmağa başladı. Çok dikkatli bakıyorsunuz, diye sordular. Bir cemâ'at toplandı ki, onlar ne insandır ne de cindirler dedi ve sonra vefât etdi. Nakl edilmişdir ki,
Kayıt No.: Ömer bin Abdül'azîz "rahmetullahi aleyh" defn edilince, gökden üzerine bir kâğıd indi. Kâğıdda Besmele ve bu Allahü teâlâdan Ömer bin Abdül'azîze emândır, yazılı idi. Muhyiddîn-i Arabî "kuddise sirruh" (Fütûhât-ı Mekkiyye) kitâbında şöyle yazmışdır: Ba'zılarının sûrî, görünen halîfeliğine ma'nevî halîfelik de ilâve edilmişdir. Ömer bin Abdül'azîz bunlardandır.

İsim: 72
Malumat: Osmân b. Affân
Kayıt No.: Osmân bin Affân bin Ebil'âs bin Ümeyye bin Abd-i Şems, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Cennet ile müjdelenen on kişinin üçüncüsü ve Resûlullahın "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" dâmâdı ve halîfelerin üçüncüsüdür. Talha ve Zübeyrden önce îmâna geldi. Îmâna gelenlerin beşincisidir. Zevcesi hazret-i Rukayye ile Habeşistâna iki kerre hicret etdi. Medîneye de hicret etdi. Rukayye ağır hasta olduğundan, Bedr gazâsına götürülmedi. Zafer haberi geldiği gün, Rukayye vefât etdi. Resûlullah, ikinci kızı Ümm-i Gülsümü Osmâna verdi. Bunun için, hazret-i Osmâna, zinnûreyn (iki nûr sâhibi) denildi. Rukayyeden, Abdüllah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılı, altı yaşında vefât etdi. Hazret-i Osmân tüccâr idi. Çok zengin idi. Bütün malını ve mülkünü Resûlullah için fedâ etdi. Hadîs-i şerîfler ile medh olundu. Hilmi ve hayâsı pek fazla idi. 24. cü senesinin birinci günü halîfe oldu. Zemânında Horasan, Hindistân, Mâverâünnehr, Semerkand, Kıbrıs, Kafkasya, Afrikanın birçok yerleri ve Endülüs feth edildi. Acem devletini târîhden sildi. Amcası oğlu Mervan bin Hakemi vezîr yapdı. Abdüllah bin Sebe' adındaki Yemenli bir yehûdî, müslimân şekline girerek, islâmiyyeti içerden parçalamağa, yıkmağa uğraşdı. Medînede çok çalışdı ise de, başaramıyacağını anlayıp Mısrda, fitne, fesâd yaymağa başladı. Câhil ve serseri Mısr çingenelerini aldatarak bir çapulcu alayı Medîneye gelip, 35. ci yılda halîfeyi şehîd etdiler. 82 yaşında, Kur'ân-ı kerîm okurken şehîd oldu. Bakî'dedir "radıyallahü teâlâ anh". Vehhâbîler, türbesini yıkdı. Orta boylu, kaba sakallı, buğday benizli, şanlı bir zât idi. Hazret-i Ebû Bekrin topladığı Kur'ân-ı kerîmi çoğaltarak vilâyetlere dağıtdı.

İsim: 73
Malumat: Ömer b. el-Hattâb
Kayıt No.: Resûlullahın ikinci halîfesidir. Aşere-i mübeşşeredendir. Hicret-i Nebeviyyede kırk yaşında idi. Kureyşin eşrâfından idi. Önce, islâma düşman oldu. Bi'setin altıncı yılında, kırkıncı veyâ kırkbeşinci olarak îmâna geldi. Bununla müslimânlar çok kuvvetlendi. Silâhlı olarak, açıkca hicret etdi. Resûlullahın gelmekde olduğunu Medînedeki müslimânlara müjdeledi. Bütün gazâlarda bulundu. Çok kahramânlık gösterdi. Fârûk adını aldı. Ebû Bekri halîfe yaparak, karışıklık çıkmasını önledi. Onüçüncü yılın Cemâzil'âhır ayı yirmisekizinci Salı günü halîfe seçildi. Çok memleket aldı. İslâmın adâletini bütün dünyâya tanıtdı. Yirmiüçüncü [23] senenin son ayında, câmi'de sabâh nemâzına durunca, Mugîre bin Şu'benin kölesi Ebû Lü'lü Fîruz kâfiri tarafından bıçakla, karnından yaralanıp yirmidört sâat sonra vefât etdi. Resûlullahın yanına defn edildi. Oğluna, şerî'atin emr etdiği kadar değnek vurulmasını emr etdi. Eshâb-ı kirâm yalvardığı hâlde, bir değnek az vurulmasına izn vermedi. Dayakdan oğlu bayıldı. Çok üzüldü ise de, pişmân olmadı. Çok hadîs-i şerîf ile medh edildi. Bunların çoğunu hazret-i Alî haber vermişdir. İri yarı, buğday renkli, uzun boylu, gözleri kızıl, bıyıklarının ucu sarı idi. Üzüntülü veyâ düşünceli olunca uclarını bükerdi. Sakalı ve bıyıkları sık idi. Yanaklarının üzerinde az idi. Sol elini, sağ eli gibi iyi kullanırdı. Eğere dokunmadan ata binerdi. Çok heybetli, yüreği çok kuvvetli idi. Edebinden, hayâsından, Resûlullahın huzûrunda o kadar yavaş konuşurdu ki, (Yüksek söyle yâ Ömer! İşitmiyorum) buyurulurdu. Resûlullahın kayın pederi idi. Hazret-i Alînin dâmâdı idi. Benî-Adiy kabîlesi büyüklerinden olup, soyu Hattâb bin Nüfeyl bin Abdül'uzza bin Rebâh bin Abdüllah bin Kurat bin Rezâh bin Adiy bin Kâ'bdır.

İsim: 74
Malumat: Reb'i b. Harrâş
Kayıt No.: Reb'i bin Harrâş şöyle demişdir: Biz dört kardeş idik. Rebî' hepimizden çok nemâz kılar ve sıcak günlerde oruc tutardı. O vefât etdi. Yüzünü örtdük. Bir kişiyi pazardan ona kefen satın alması için gönderdik. Biz yanında duruyorduk. Bir de bakdık ki, yüzünü açdı ve esselâmü aleyküm, dedi. Oradakiler ve aleykesselâm, öldükden sonra konuşuyor musun, dedik. Evet sizden sonra Rabbime kavuşdum. Rabbimi gadâblı bulmadım. Beni yumuşak reyhân ve istebrakla karşıladı. Dikkat ediniz! Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" cenâze nemâzımı bekliyor! Acele edin, beni gecikdirmeyin, dedi. Bu haberi hazret-i Âişeye "radıyallahü anhâ" bildirdiler. Buyurdu ki: Resûlullahdan "sallallahü aleyhi ve sellem" işitdim: "Benim ümmetimden öldükden sonra konuşan kim se tâbi'înin hayrlısıdır" buyurdu. Rebî' yerinin Cennet mi, Cehennem mi olduğunu bilmeden gülmeyeceğine yemîn etmişdi. Vefât etdikden sonra cenâzesini yıkayan kimse, onun devâmlı tebessüm etdiğini söylemişdir. Selefden bir zât şöyle anlatmışdır: Benim hıristiyân bir komşum vardı. Vefât etdi. Hıristiyânlar onun cenâzesini yıkarken, doğrulup, müslimânları yanıma çağırın demiş. Bu haberi işitince, onun yanına gitdik. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühû, dedi. Sonra tekrâr vefât etdi. Biz cenâzesini yıkadık, nemâzını kıldık ve müslimân mezârlığına defn etdik.

İsim: 75
Malumat: Şeybân-i Râî
Kayıt No.: Çobanlık yapardı. Cum'a günleri, koyunların bulunduğu yerin etrâfına bir çizgi çekerdi ve nemâza giderdi. Koyunlar o gelinceye kadar çizdiği çizginin dışına çıkmazlardı. Bir def'asında gusl abdesti alması îcâb etdi. Gusl abdesti almak için su bulamadı. Bir parça bulut gelip, yağmur yağdı ve o su ile gusl abdesti aldı. Sonra bulut gitdi. Onu bir odaya habs edip kapısını sıkıca kapatmışlardı. Sonra kapıyı açdıklarında onu içerde göremediler. Süfyân-ı Sevrî "rahmetullahi aleyh" şöyle anlatmışdır: Şeybân-ı Râî ile hacca gidiyorduk. Yolda giderken karşıda bir aslan göründü. Şeybâna karşıdan geleni görüyormusun, yolumuzu kesdi dedim. Bana korkma dedi ve aslanı yanına çağırdı. Aslan, köpek gibi kuyruğunu sallayarak geldi. Aslanın kulağını tutup bükdü. Bu ne şöhretdir, dedim. Şeybân, ey Sevrî eğer meşhûr olmağı kötü bilmeseydim, eşyâmı kendim taşımazdım. Bu aslana yükleyip, tâ Mekkeye kadar ona taşıtırdım, dedi.

İsim: 76
Malumat: Süfyân b. Sa'îd es-Sevrî
Kayıt No.: Kûfelidir. Künyesi Ebû Abdüllah olan ve sözüne güvenilir bir zât şöyle anlatmışdır: Bir seher vakti zemzem kuyusunun yanında oturuyordum. Bir ihtiyâr zât geldi. Zemzem kuyusunun kapısından içeri girdi. Yüzünü bir örtü ile örtmüşdü. Zemzem kuyusundan bir kova ile zemzem çıkarıp içdi. Kalanını da ben içdim. Bâdem ezmesi idi. O zemâna kadar ondan dahâ lezzetli bir şey içmemişdim. Sonra geriye dönüp bakdım. O ihtiyâr gitmişdi. Bir başka seher vakti gidip, yine oraya oturdum. Aynı zât tekrâr geldi. Bir kova ile zemzem çekip içdi. Kalanını da ben içdim. Bal şerbeti idi. Geri dönüp bakdığımda o ihtiyâr zât gitmişdi. Bir başka seher vaktinde yine aynı yere oturmuşdum. O zât aynı şeklde yine geldi. Bir kova ile zemzem çekip içdi. Kalanını da ben içdim, şeker karışdırılmış süt idi. Bu sefer o zâtın elbisesinden sıkıca tutdum ve Kâ'benin hakkı için sen kimsin, diyerek, yemîn verip sordum. Ben hayâtda olduğum müddetce kimseye anlatmazsan, sana kim olduğumu söylerim, dedi. Kimseye söylemem, dedim. Ben Süfyân bin Sa'îd Sevrîyim, dedi. Süfyân bin Sa'îd, Basrada bir dostunun evinde vefât etdi. O evin sâhibi şöyle anlatmışdır: Oğlumun bir bülbülü vardı. Süfyân-ı Sevrî "rahmetullahi aleyh" bu kuşu niçin böyle habs ediyorsunuz. Keşke serbest bıraksanız dedi. Ben bu kuş oğlumundur, o size bağışlasın, siz de serbest bırakınız dedim. Bağışlamasını kabûl etmeyip, kuşu oğlumdan bir dinâra satın aldı ve serbest bırakdı. Kuş gündüz dışarda dolaşır, geceleri ise Süfyân-ı Sevrînin bulunduğu eve gelirdi. O vefât edince kuş cenâzesini ta'kîb edip kabrine geldi ve acı acı ötdü. Sonra, devâmlı onun kabrinin başına giderdi. Ba'zı gecelerde orada kalırdı. Ba'zen de eve gelirdi. Sonunda o bülbülü Süfyân-ı Sevrînin kabrinin başında ölü buldular. Kabrinin kenârına gömdüler. Süfyân-ı Sevrînin "rahmetullahi aleyh" cenâzesini yıkarken, cesedi üzerinde "Allah onlara kâfî gelecekdir" diye yazılı gördüler. Hicrî yüzaltmışbir senesinde Basrada vefât vetdi.

İsim: 77
Malumat: Sâlim Benânî
Kayıt No.: Basralıdır. Kırk sene Enes bin Mâlikin "radıyallahü anh" sohbetinde bulunmuşdur. Devâmlı oruc tutardı. Her gece ve gündüz de bir hatm okurdu. Bir seher vaktinde, onun kabrini ziyâret eden bir gurub kimse, kabrinden Kur'ân-ı kerîm okunduğunu işitdik, demişlerdir. Sâlim Benânî "rahmetullahi aleyh", bir gün Hamîd-i Tâvîlden Peygamberlerden başka bir kimsenin kabrinde nemâz kıldığını duydun mu, diye sordu. Hâyır duymadım deyince, şöyle düâ etdi: Yâ Rabbî, eğer bir kimseye kabrinde nemâz kılmağı ihsân edersen, Sâ lim kuluna bunu ihsân eyle. Sözüne güvenilir bir zât şöyle anlatmışdır: Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Sâlim Benânîyi kabrine koydum. Hamîd-i Tâvîl de yanımda idi. Lahd üzerine kerpiçleri yerleşdirdik. Kerpiçlerden biri kabrin içine düşdü. Sâlim Benânînin kabrde nemâz kılmakda olduğunu gördük. Hamîd-i Tâvîli görüyormusun dedim. Bana sus dedi. Defnini temâmlayınca kızının yanına gidip, onun ameli ne idi, neler gördün, diye sorduk. Dedi ki, elli senedir geceleri nemâz kılarak ihyâ ederdi. Sehe r vakti olunca: Allahım! Eğer kullarından bir kimseye kabrinde nemâz kılmağı ihsân etdiysen, bana da nasîb et diye düâ ederdi. Allahü teâlânın onun düâsını kabûl buyurmaması keremine lâyık değildir, dedi.

İsim: 78
Malumat: Silat Übn-ü Üşeym
Kayıt No.: Sözüne güvenilir bir kimse şöyle anlatmışdır: Gazâ için Kâbile gitmişdik. Gece bir yerde konakladık. Kendi kendime, bu gece Sılatübn-i Üşeymin ne yapdığını bir ta'kîb edeyim. Herkes onun ibâdetinden bahsediyor, bakalım nasıl, dedim. Yatsı nemâzını kı lınca, uyudu. Sonra herkes uykuya daldı. O, gece kalkıp, orada bulunan bir meşeliğe girdi. Ben de arkasından girdim. Abdest alıp, nemâz kılmağa başladı. Bir de bakdım ki onun yanına bir aslan geldi. Ben korkumdan bir ağaca çıkdım. Sılatübn-ü Üşeym as lana hiç aldırmadı ve onu bir fâre kadar bile hesâba almadı. Secdeye kapanınca ben, aslan şimdi onu parçalar dedim. Nemâzını bitirip selâm verdi. Yüzünü aslana dönüp, haydi git ey yırtıcı hayvân, rızkını başka yerde ara, dedi. Aslan dönüp gitdi ve giderken öyle bir kükredi ki, ben dağlar birbirinden ayrılıyor zan etdim. O sabâha kadar nemâz kılmağa devâm etdi. Aynı şahs yine şöyle anlatmışdır: Düşmâna yaklaşmışdık. Kumandan askerlere, hiç kimse bir yere ayrılmasın diye emr etdi. Sılatübn-ü Üşeymin katırı yüküyle birlikde kayboldu. Kalkıp nemâza durdu. Sonra yâ Rabbî, katırı yüküyle birlikde geri göndermen için yemîn ediyorum, dedi. Biraz sonra katırı yüküyle birlikde geldi ve onun yanında durdu. Kendisi şöyle anlatmışdır: Bir gün Ehvâz civârında geziyordum. Çok acıkdım. Satın almak için çok yiyecek aradım. Fekat bulamadım. Allahü teâlâya düâ edip, yiyecek istedim. Merkebin üzerinde uyumuşdum. Kulağıma bir ses geldi. Uyanıp bakdım ki, bir sar ık düşmüş, içinde bir şey vardı. Açıp bakdım, içinde hurma ağacından örülmüş bir kab vardı. İçi tâze hurma dolu idi. Doyuncaya kadar yidim. O mevsimde hiçbir yerde hurma yokdu. Sonra hurmaların artanını yanıma alıp, yola devâm etdim. Yolda bir râhibe rastladım. Durumu ona anlatdım. Râhib benden hurma istedi, biraz verdim. Aradan epey zemân geçdikden sonra, bir gün o râhibe uğradım. Bulunduğu yerde, çok güzel hurma ağaçları yetişmişdi. Râhib, bana bu hurma ağaçları senin bana verdiğin hurmalardan oldu, dedi.

İsim: 79
Malumat: Sa'îd b. Cübeyr
Kayıt No.: Tâbi'înden ve Kûfelidir. Fakîh, âbid ve fâdıl idi. Hicretin doksanbeşinci senesinde kırkdokuz yaşında iken Haccâc tarafından şehîd edildi. [Bir rek'at nemâzda Kur'ân-ı kerîmi hatm eden dört kişiden biridir.] Şöyle nakl edilmişdir: Haccâc yakın adamlarından birini on kişi ile birlikde Sa'îd bin Cübeyri "radıyallahü anh" çağırmağa gönderdi. Onu çağırmaya giderlerken, bir râhibin kilisesine vardılar. O râhibden Sa'îd bin Cübeyri sordular. Râhib onlara yol g österdi. Gidip, Sa'îd bin Cübeyri "radıyallahü anh" secdede buldular. Selâm verdiler. Başını secdeden kaldırdı ve nemâzını bitirip selâmlarını aldı. Haccâc seni çağırıyor, dediler. Allahü teâlâya hamd ve senâda bulundu, Resûlullaha "sallallahü aleyhi ve sellem" tehıyyât okudu. Sonra onlarla birlikde Haccâcın yanına gitmek üzere yola çıkdı. Dahâ önce görüşdükleri râhibin kilisesinin bulunduğu yere vardılar. Râhib onlara, kilisenin çevresinde aslanlar, vahşî keçiler ve yırtıcı hayvanlar bulunduğunu, yukarı çıkmalarını söyledi. Sa'îd bin Cübeyr "radıyallahü anh" kiliseye çıkmadı. Râhib ona, gâliba kaçmak istiyorsun, dedi. Hâyır, kaçmak istemiyorum. Ben müşriklerin bulunduğu yere aslâ girmek istemem, dedi. Râhib vahşi hayvanlar seni parçalar de yince, Allahü teâlâ beni onların şerrinden korumağa kâdirdir, dedi. Râhib o on kişiye, ondan bir söz ve ahd alınız deyince de, ben Rabbime söz verdim, sabâha kadar buradan gitmem, dedi. Râhib diğerlerine siz yukarı çıkınız ve yaylarınızı hâzırlayınız. Bu gece bu sâlih kulu yırtıcı hayvânlardan koruyunuz, dedi. Geceleyin bakdılar ki, Sa'îd bin Cübeyrin yanına bir vahşî hayvân yaklaşdı. Kendini ona sürdü ve sonra ayrılıp gitdi. Geride bir yerde durdu. Sonra ona bir aslan yaklaşdı. Ona sürtündü ve birşey yapmadan o da ayrılıp gitdi. Bu hâli gören râhib sabâhleyin aşağıya inip, Sa'îd bin Cübeyrin "radıyallahü anh" yanına giderek, islam dîni hakkında bilgi aldı ve Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" sünnetlerini sordu ve müslimân oldu. Nakl edilir ki, Sa'îd bin Cübeyr "radıyallahü anh" Haccâc tarafından şehîd edilmeden önce: Yâ Rabbî! Benden sonra Haccâcı başka bir kimsenin katline musallat eyleme, diye düâ etdi. Bu düâdan sonra Haccâc onbeş gün kadar yaşadı. Haccâc bu son onbeş gün içinde, her gün, benim Sa'îd bin Cübeyr ile ne işim vardı. Yatağıma her yatdığımda, ayağımdan tutup çekiyor, derdi. Sa'îd bin Cübeyrin "radıyallahü anh" bir horozu vardı. Her gece öter, onu teheccüd nemâzına kaldırırdı. Bir gece her nasılsa ötmedi ve Sa'îd bin Cübeyr hazretleri teheccüde kalkamadı. Sabâhleyin bu iş ona çok ağır geldi ve horoza, Allahü teâlâ sesini kessin dedi. Ondan sonra o horoz hiç ötmedi. Annesi bu hâli görerek, oğlu Sa'îd bün Cübeyre sakın kimseye beddüâ etme, diye tenbîhde bulundu. Sa'îd bin Cübeyrin "radıyallahü teâlâ anh" boynunu vurup, şehîd etdiklerinde, başı yere düşdü. İki kerre yüksek ses ile, bir kerre de hafîf ses ile "Lâ ilâhe illallah" dedi.

Sayfalar: [<<] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 [>>]

[Menü] [Sorgu] [Tüm Kayıtlar] [Çıkış]